Ebu’l Vefa bir garip derviş karşısında bir çağ açıp kapatan ve İstanbul’u fetheden kutlu komutan gel gör ki o büyük komutana dergahın kapıları açılmamış. Neden mi? Cevabı bu yazımızda
Ebu’l Vefa zamanın önemli ilim adamlarından, büyük manevi önderlerinden, sofi mübarek bir zat idi.
Ebu’l Vefa Kimdir
Asıl adı Muslihuddin Mustafa olup o daha çok Ebu’l Vefa adıyla meşhur olmuştur. Konya’da doğmuş ve 1490 yılında İstanbul´da vefat etmiştir. Mevlâna Celaleddin-i Rumî Hazretlerinin soyundan gelmektedir. Hem Sultan Fatih hem Sultan 2. Beyazıt Han zamanında yaşamıştır.
Ebu’l Vefa Konya ve Edirne’de hem fenni hem de dini ilimleri tahsil etmiş, astronomi, musiki gibi alanlarda da eğitim görmüştür. Arapça¸ Farsça ve Türkçe hakim olup üç dilde de şiirler kaleme almıştır.
Ebu’l Vefa hazretlerinin dergahı, külliyesi öyle bir çalışıyordu ki hem bir ilim merkezi¸ hem bir yardımlaşma merkezi¸ hem yolcular için bir misafirhane¸ hem ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını karşıladığı bir yer olmuştu. Günümüzde İstanbul’da Vefa adı ile bilinen semt ismini bu mübarek zattan almıştır.
Ebu’l Vefa ve Fatih Sultan Mehmed
Fatih Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin hazretleri idi. Bir vakit Akşemseddin İstanbul dışına çıkmıştı. Fatih Sultan zaten ehli ilmi sever ve muhabbet ederdi. Ebu’l Vefa’ya karşı da hususi bir muhabbeti vardı.
Bir vakit hem selam vermek hem duasını almak ve nasihatlerini dinlemek istedi. Adamlarından birini göndererek¸ saraya davet etti. Lakin Şeyh Ebu’l Vefa yapılan bu daveti kabul edemeyeceğini bildirdi.
Cihan padişahı Fatih daveti kabul edilmediğini öğrenince tebessüm etti ve “Madem o gelmez o zaman biz onun ayağına gideriz” dedi. Bu maneviyat sultanının dergâhına kendi gitmeye karar verdi.
Fatih Sultan kalabalık değil lalasıyla (Molla Gürani muhtemelen) Ebu’l vefanın dergâhına geldi ve kapıyı çaldılar. Kapıyı açan sofi karşısında Sultanı görünce şaşırdı ve buyursunlar Sultanım dedi. Şaşalı gelmeyen sade giyinimli Fatih “Şeyhim eğer müsaade ederlerse elini öpmek ve dualarını almak niyaz ederim” dedi.
Sofi heyecanla içeriye girdi ve Ebu’l Vefa hazretlerine “Efendim Sultanımız dışarıda sizi görmek ve duanızı almak için gelmiş” dedi. Ebu’l Vefa “Söyleyin Sultanımıza müsait değilim, görüşemeyeceğim. Geri dönsünler.” dedi. Böyle söyledi, söyledi ama içi içini yedi ağlamaklı oldu sırtını döndü ve derin düşünceler…
Fatih Dergahın Kapısından Döndü
Sofi Sultanın yanına geldi ve şeyhinin emrini iletti. Sultanın gözleri doldu. Hüzünlendi. Gördün mü lala dedi. “Bizans’ın aşılmaz denilen kapılarını aştık ama şu tahta kapıyı aşamıyoruz.” Yapacak bir şey yoktu çünkü rıza yoktu. Çaresiz döndüler.
Sultan Fatih bir vakit sonra dayanamadı bir kez daha aynı kapıya geldi. Lakin kapı kendisine yine açılmadı kendisine. Tahta kapının bir tarafında Cihan Sultanı Fatih diğer tarafında da gönüller sultanı Ebu’l Vefa hazretleri ağlamaktaydılar.
Cihan sultanı Fatih lalasına kemâl-i edeple huzura girmesini ve işin aslını öğrenmesi için dergaha gönderdi. Lalanın içerden getirdiği cevap hem tarihî hem manidardı.
Hadisenin Hikmeti
“Benim ona muhabbetim, meylim vardır, onun da bana muhabbeti ve arzusu vardır. Şayet birbirimizi görecek olursak o benden ayrılmak istemeyecekti. Ben de onu karşılıksız bırakmayacaktım. Sultanımız gönlü hassas ve coşkun ve aşka ehildir. Korkarım ki kabul edersek, bu kapıyı açarsak tacı tahtı her şeyi bırakır, çıkmak istemez buradan. Hâlbuki onun vazifesi milletedir, bu vazifeyi üzerine almıştır. Şimdi bu vazife elzemdir.”
Ancak seneler sonra Fatih’in vefâtı haberini alan Ebu’l-Vefa Hazretleri saraya gitmiş ve Sultanın cenaze namazını kıldırmıştı.
İşte böyle aslında belki o maneviyat Sultanı mübarek zat belki randevuyu ahrete vermiştir. Allah böyle mübarek zatların dualarını ve tasarruflarında olmayı bize nasip etsin.
Ebu’l Vefa ve Sultan 2. Beyazıt
İlginç bir hadisedir ki daha sonra zamanın padişahı 2. Bayezıd babası gibi Ebu’l Vefa Hazretlerini ziyaret etmek istedi. İstedi ama babası gibi isteği kabul edilmedi. Ancak o babası gibi yapamadı sultanlık damarı kabardı.
Bir gün aniden habersiz, sessiz bir şekilde erkânı ile dergahın yolunu tutar. Kalabalık bir şekilde, şaşalı bir şekilde tekkeye yaklaştıkları esnada¸ dervişler¸ hemen bu ziyareti Hazrete iletirler.
Mübarek “Olmaz dedi, böyle bir şeyin imkanı yoktur.” Sonra odasında bulunan sedire uzandı, yüzünü, yönünü kıbleye döndü, dua etti, arkasından kelime-i şahadet getirerek Rahmana ruhunu teslim etti.
Sultan 2. Beyazıt heyecanla içeri girdi. Ancak Şeyh Ebu’l Vefa Hz. ruhunu çoktan teslim etmiş ebedi aleme göç etmişti. Zira daha önce de o “Bu dünyada görüşmemizin imkanı yoktur!” diyerek¸ onun görüşme isteğini geri çevirmişti.
Rivayet odur ki Sultan yine ısrar ederek bari ölüsünü göreyim dedi. Tabi engel olamadılar. Lakin mübareğin üzerindeki örtüyü kaldırdığında Şeyh Ebu’l vefa iki eliyle yüzünü kapattı ve onun görmesine yine izin vermedi.
Bu hadiseye şu nazarla bakabiliriz bazen tasavvuf erbabı olan zatların feraset ve basireti öyle bir şekilde ortaya çıkıyor ki muhatabın kabiliyetine, haline ve şartlara göre değişiyor. Bazen bakıyorsunuz Fatih’te böyle bazen bakıyorsunuz Belh sultanı İbrahim bin Edhem’de farklı ortaya çıkmış.
İşte böyle hakiki Allah dostlarının yaptıklarına bazen akıl sır ermiyor. En iyi Allah en iyisini bilir ona tevekkül ettim diyelim. Selametle kalınız. Selam ve dua ile.
Osmanlıca Kitabe örnekleri için linke tıklayınız.
Osmanlıca Mezar Taşı örnekleri için linke tıklayınız.
Padişahın işi ne? isimli kıssayı okumak için linke tıklayınız.
Ülkemizde son 40 senedir, bu tür güzellikler maal esef, çok az sayıda yaşanıyor. Sufi gelenek, başka bir hal aldı Büyükşehirlerimizde… İnşa ALLAH, insanımız bu tür güzelliklerle daha fazla tanışır, yakınlaşır.
Bu güzel kıssa için çok teşekkür ederim. Gönüller Sultanlarının ibretlik hassasiyetlerini paylaştığınız için müteşekkirim ellerinize yüreğinize emeğinize sağlık daha nice başarılara imza atasınız
Ben teşekkür ederim
Rabbim razı olsun paylaşım için 😇 insan böyle şeyler okuyup duyunca kendini hesaba çekmeye başlıyor. Bazen en küçük bir olayda saçma sapan sinirlenip büyüklenebiliyoruz. O ki fatih… O ki efendimizin hadisi ile müjdelenen zat bile ayağına çağırdığı alım gelmedi diye büyüklenmeyip, nasıl olur bu diye celallenmeyip kalkıp kapısına kadar gidiyor. Bizler bu kadar aciz insanlar iken kendimizi hep büyük görüp bu nasıl olur nasıl gelmez nasıl gitmez diye kibirlenip duruyoruz… Boşuna büyüklerimiz EDEP EDEP EDEP demiyorlar. edenin varsa herşeyin var, edebin olmasa dünyalar senin olsa ne yazar… Rabbim bizleri de edep ehli, zikir ehli etli eylesin 🤲🏻 had hudud bilen, niyeti halis ve sadece Rabbinin rızası olan kullarından eylesin 🤲🏻