Osmanlıca Okuma Metinleri 6

70 Görüntüleme
4 Dk. Okuma süresi

Osmanlıca, sadece bir yazı dili değil; ecdadın ilim, irfan ve medeniyetle inşa ettiği bir dünya görüşünün aynasıdır. İşte Osmanlıca metin örnekleri ile bu görüşe kapılar açıyoruz.

Osmanlıca ile asırlar boyunca kaleme alınmış tarih kitaplarını, tarihi belgeleri, çeşit çeşit risâleleri, mahkeme sicillerini, edebi eserleri, kitabeleri, mektupları ve şiirleri saymakla bitiremeyeceğimiz eserleri aslıyla okumak mümkün hâle gelir.

Osmanlıca Öğrenmenin Faydaları

Osmanlıca bilmeyen bir nesil, kendi köklerinden habersiz kalır. Dedelerinin ne düşündüğünü, neye ağladığını, neye güldüğünü anlayamaz. Osmanlı arşivleri, yalnız Türk milletinin değil, İslâm dünyasının ve dünya tarihinin de hafızasını taşımaktadır.

Bugün üniversitelerde araştırma yapan yüzlerce öğrenci, arşiv belgelerinin başında tercümeye muhtaç kalmakta, yazılmış olanı okuyamamanın mahcubiyetini yaşamaktadır. Bu sebeple Osmanlıcayı öğrenmek, sadece tarihî bir merak değil; bir vefa, bir kültür borcudur. Hem zannedildiği kadar karmaşık değildir. Emek verilince, geçmişle aramızdaki o kalın perde kalkar ve biz, bir zamanlar kim olduğumuzu yeniden hatırlarız.

Bu makalede Osmanlıca metin örnekleri olarak üç kıssadan hisse anlatacağız. Bu metinleri hem matbu hat hem de rika hat ile yazmış olacağız. Öncelikle Osmanlıca formatı resim olarak veriyoruz. Sonra günümüz Türkçe’sinin okunuşu veriyoruz. Şimdiden kolay gelsin.

Osmanlıca Kıssadan Hisseler

Osmanlıca Matbu Hat

Osmanlıca Rika Hat

1. Hz. Ömer ve Kandil Işığı

Bir gece Medine’de halktan bir kişi, Halîfe Hz. Ömer’in evine varıp özel bir mesele görüşmek ister. İçeri girer. İçeride bir kandil yanmakta ve Hz. Ömer yazı yazmaktadır. Adam der ki:“Ey Müminlerin Emîri, özel bir meselem var, devlet işi değil.” Hz. Ömer, hemen kandili söndürür. Karanlıkta der ki: “Bu kandilin yağı beytülmâldendir. Devletin malı, devletin işine sarf olunur. Şimdi şahsî konuşacağız. Onu kullanamam.”

Adam titrer. Söze dahi başlayamaz. Çünkü bir kandilin yağına bu kadar dikkat eden bir halîfe karşısındadır.
İşte adâletin, emanetin ve hak gözetmenin sönmeyen kandilidir bu.

2. Hz. Ali ve Yahudî’nin Zırhı

Bir gün Hz. Ali, savaşta kaybettiği zırhını bir Yahudi’nin elinde görür. Der ki:“Bu zırh bana âittir, nasıl eline geçti?” Yahudi inat eder: “Hayır, bu zırh benim!” Mesele kadıya gider. Kadı, o devrin örneği olan Hz. Şüreyh’tir. Hz. Ali, halife olmasına rağmen, kadıya delil sunmak zorundadır. Tanık istenir. Ali’nin oğlu Hasan tanıktır. Lakin kadı kabul etmez: “Evladınız davada şahit olamaz.” Hz. Ali tebessüm eder: “Adâlet, yerini bulsun.” Kadı hüküm verir: “Zırh Yahudi’nindir.”

Yahudi bu adalet karşısında hayran kalır, ağlayarak kelime-i şehâdet getirir: “Böyle bir adâlet, ancak peygamberin ümmetinde olur. Evet, zırh senindir yâ Ali.”

3. İmâm-ı Azam’ın Borcu

İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe Hazretleri, bir gün talebesiyle sokakta yürürken birine selâm vermez. Talebesi şaşırır: “Efendim, selâm sizin sünnetinizdi, neden selâm vermediniz?” Ebû Hanîfe gözlerini indirerek şöyle der: “O adam bana borçludur. Selâm versem utanır, başını öne eğer. Kalbi incinir diye selâmı terk eyledim. Kul hakkına sebep olmak istemem.”

Bu incelik, zühdün ve insanî zarâfetin ne büyük derecelere vardığını gösterir. Bir selâm dahi, incitmemek için sakınılır. İşte bu yüzden O’na “İmâm-ı A‘zam” derlerdi: En büyük örnek.

Osmanlıca metin örnekleri çalışmalarımıza devam edeceğiz inşallah. Selam ve dua ile.

Bu makaleyi paylaş
2 İnceleme
  • Esengül says:

    Gerçekten günümüze ışık tutan şeyler teşekkür ederiz emeklerinize dolayı🙏

    Yanıtla

İnceleme bırak

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir